27 Temmuz 2007 Cuma

Dünyanın Gerçekteki Zenginleri...

Klasik dikte ettirilen cevap; Bill Gates. Arkasındanda bir kaç arap sultanı.

Medyada hep Bill Gates'in yatının helikopteri, sultanların altın sarayları...

Bir oyun, uyutmaca.

Peki o sultanlar parayı nerden buldu? Zamanında yaptıkları petrol şatıs anlaşmaları (guvenliklerine karşılık) sadece yuzde 3-5 komisyonu ihtiva ediyor.

Bilgisayar 30 senelik bir konu. altı ustu birkaç senede bir, birkaç yüz usd harcıyoruz yazılıma.(oda sınırlı bir kitle) Fakat enerjiye hiç durmadan para harcıyoruz. Sacede İstanbuldaki benzin istasyonlarının cirosunu dusunun? Sonra tum Turkiyeyi, sonra Avrupayı, Amerikayı, tum dunyayı. Ve butun cironun birkac batılı şirkete gittiğini dusunun...

Bu Petrol şirketlerinin sahipleri kim? (detaya inince hep ABD hukumetinden kişiler, bakanlar, başkanlarla bir bağlantı çıkıyor)

BP, Texaco, Exxon kimin, sahipleri kim ve neden bahsedilmiyor.

Dunyanın en buyuk finans şirketleri, bankalar kimin? ortakları kim? (ki bu şirketlerin ekonomileri yuzlerce devletin ekonomisinden buyuk)

Neden medyadan kimse Rockefeller'ların (ev değil, saray değil , tanımı yok) yaşadığı bolgeden bahsetmiyor. (70 - 80 bina ihtiva ettiği soyleniyor)

Dunyayı yoneten bir kaç aile gizleniyor ve servetleri ne olculuyor ne tahmin ediliyor. (bugune kadar uretilen değerlerin buyuk bir kısmı kontrollerinde olduğu sanılıyor)

Hedefleri zaten para değil (parayı yoneten onlar), hedefleri guc.

Somurulen tarafta ise sedece 3. dunya ulkeleri yok. Kendi vatandaşlarıda kurulan duzende somuruluyor.

Olan biten herseyin, tüm gundemin bir oyun olduğunu ve asıl gerçeklerin bilgimizin ve tahminimizin otesinde olduğunu bilmek çok acı.

Fakat su cok net ; Bill Gates en zengin değil ! En zenginlere maddi olarak yaklaşamaz bile.

PKK'ya silah sağlayan Türk kim?

PKK'ya silah sağlayan Türk kim?
Ocak'ta Başbakan Erdoğan'ın "PKK'nın elinde ABD menşeli silahlar var.'' demesiyle başlayan ve üç PKK itirafçısının Kandil Dağı'ndaki kampa iki ABD zırhlı aracının silah getirdiğini söylemesiyle devam eden takip ve soruşturma sürüyor. Terör örgütü PKK'ya sağlanan silahların kaynakları gündemdeki yerini koruyor. Aksiyon Dergisi'nde yer alan Haşim Söylemez'in haberinde eli kanlı terör örgütüne silah sağlayanlar içinde bir Türk'ün de olduğu iddia ediliyor. Haberde PKK cephaneliğinde Türkiye dahil 31 ülkeye ait silahlar bulunduğu belirtiliyor.
İşte Söylemez'in haberinden çarpıcı ayrıntılar:
"Terör örgütünün elindeki silahların menşei tabii ki ABD ile sınırlı değil. PKK cephaneliğindeki mühimmatlar, 31 ülkenin markasını taşıyor. Genelkurmay Başkanlığı raporuna göre bu ülkelerin içinde Rusya, İtalya, Almanya, ABD olduğu gibi Suudi Arabistan, Kore, Çin, Arjantin gibi ülkeler de var. Hatta Türk Silahlı Kuvvetleri'nin vazgeçilmezi haline gelen G-3 piyade tüfekleri bile PKK'nın cephaneliğinde bulunuyor. Ama terör örgütüne 'silah sağlayan'' ülkelerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.
Terör örgütü PKK'ya silah sağlayan ülkelerden birinin İsrail olduğu iddia ediliyor. Peşmergeye askerî eğitim veren İsrail askerlerinin MOSSAD üzerinden çoğu zaman terör örgütüne de silah sağladığı belirtiliyor. PKK'ya Rusya'dan da silah geliyor; ama bunun Rusya yönetimiyle alakası yok. Silah desteği, Rus mafyası tarafından gerçekleştiriliyor. Rus mafyasının yıllardır PKK'ya silah sağladığı istihbarat birimlerince de doğrulanıyor. PKK ile Rus mafyasının silah alışverişinde bir Türk'ün olduğu da ileri sürülüyor. "President Turk-Başkan Türk'' adıyla anılan bu Türk'ün kimliğini Türk istihbarat birimleri uzun süredir araştırıyor. Ama bu konuda henüz ciddi bilgi elde edilebilmiş değil. Ancak bu kişinin Türkiye'de önemli işlere imza attığı tahmin ediliyor. İddiaya göre PKK ile Rus mafyasını "President Turk" tanıştırmış. Terör örgütüne silah taşıyan Rus mafyasının içinde olduğu belirtilen "President Turk"un aynı zamanda oldukça varlıklı biri olduğu dile getiriliyor."

İsrailin İnce Oyunları Üçlemesi!!

"Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
Tarih'i tekerrür diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?"

Mehmet Akif Ersoy’ un bu kıtasıyla başlamak istedim. Yazının sonunda belki daha bir anlam ifade edebilir.

İsrail şuan ki topraklarını nasıl elde etti, İsrail nasıl kuruldu kaçımız biliyoruz?
Bu sorunun ardından tarihe dönelim.
1800lerin başında Avrupa ve Amerika basınında "vatansız halka, halksız vatan" kampanyası başlatıldı. Yahudileri vatansız ve Filistin’i halksız bir vatan olarak düşünüyorlardı. O sıralar Osmanlının elinde olan Filistin topraklarında Araplar yaşamaktaydı. Rusların, çarın öldürülmesinde Yahudileri suçlu bulmaları ile Filistin deki Yahudi nüfusu artmaya başladı. Osmanlı yasalarına göre her ne kadar Yahudilerin toprak satın alması yasaklansa da bu yasak Yahudilerin toprak satın alımlarını engelleyemedi. Nihayetinde Teodor Herzel II. Abdülhamit ile görüşerek Filistin’in kendilerine satılmasını talep etti. II. Abdülhamit’in cevabı su şekilde oldu:
Fakat savaşlar sonrasında Osmanlı toprakları paylaşılmış ve Filistin, İngiltere’nin yönetimine geçmiştir. Bu aşamadan sonra Siyonistler tarafından toprak alımları daha da artmış sonunda Filistinlilerin gecikmiş başkaldırı, isyan ve pişmanlıklarına rağmen 1948 de İsrail kurulmuştur. Böylece bütün Yahudilerin günün birinde sion tepesi etrafında toplanılmasının ilk somut adımı atılmıştır.

Günümüze döndüğümüzde, Türkiye topraklarının yabancılara satılması bayağıdır gündemde.
Satılan yerlere istersek burdan da bakabiliriz.
köprülerde satılık
Hatta beyanatlarda “biz satmakla mükellefiz” diye de belirtilmiştir. Bir de İsrailli kadınların (yaklaşık 2000 kişi) Şanlıurfa’ya gelerek doğum yaptıkları duyulmuştu bir ara. Ve hatta Şanlıurfa topraklarında Yahudilerin satın aldıkları toprakların arttığı. Yalanlansa da inkar da edilse gerçek payı taşımadığını kim bilebilir.
Peki, neden Şanlıurfa?
Yahudilerin dini kitabı Tevrat ta, uğruna baş koydukları şöyle bir kavram var: Vaad edilmiş topraklar.
Tevrat’ın Tekvin kitabının 15. Bab’ında şöyle belirtilmektedir:
“O günde Rab, Abraham’la (Hz. İbrahim) ahdedip dedi: Mısır ırmağından (Nil Nehri) büyük ırmağa, Fırat Nehri’ne kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.”
Ve yahudiler iman ettikleri bu vaad edilmiş topraklara ulaşmak için ellerinden geleni yaptılar,yapacaklardır.

Yani vaad edilmiş toprakların en önemli kısımları Türkiye toprakları içinde yer almaktadır.ve israil bizden GAP' ı istiyor.
İşte bu yüzden Şanlıurfa…
İsrail çok ince oynuyor. İlerde ellerinden alınması durumu söz konusu olmaması için bu doğum senaryosu çizilebilir. Ayriyeten su sıralar Yahudilerle Kürtlerin akraba oldukları, kendi antropolog ve araştırmacılarınca ileri sürülüyor. Şu an asıl akrabaları olan Filistinlileri acımadan bombalarken Kürtlerle akraba olduklarını ileri sürmeleri, tabi ki gelecekteki çıkarlar yüzünden. Buradan bu konuda Rahşan Ecevit'in yaptığı yorumuda görebiliriz..
Gözümüze sokulmasını bekliyoruz her şeyin, dönüp tarihe bakmadan.
Son olarak ileri görüşlü ulu önder MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ ün 27 Temmuz 1937 tarihinde Hakimiyeti Milliye gazetesine verdiği demeciyle bitirmek istiyorum:

(Ortadoğu’da bütün bir bölgede çıbanbaşı olacak bir Yahudi Devletinin kurulma aşamasında olduğunu sezinledikten sonra) “Filistin’e el sürülemez. Türkler bölgedeki yabancı işgali kabul edemez. Hz. Muhammed"in ve kutsal değerlerin hürmetine İslam"ın mukaddes topraklarının Yahudilerin ve Hıristiyanların nüfuzuna girmesine engel olacağız. Ordumuzun buna gücü yeter. Birinci Dünya Savaşı"ndan sonra Arap kardeşlerimizden uzak kaldık ancak onların aralarındaki karışıklıkları kimse bizden iyi bilemez.”

Not:Keşif dışı yazacaktım ama konu hassas olunca keşifte yer almasını uygun gördüm,umarım hoş görürsünüz..

23 Temmuz 2007 Pazartesi

Meclie Yeni Grup - Kürtler Grup oluşturabilecek çoğunluğu aldı.

Siyasi Partilerin temsili

Türkiye'nin en eski partisi ise 21 Mayıs 1889’da İttihad-ı Osmani adı altında padişah II. Abdülhamit'i tahttan indirmek amacıyla kurulan dernektir. Sonradan İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alan bu örgüt II. Meşrutiyet'in ilanının ardından 18 Ekim-8 Kasım 1908 tarihleri arasında toplanan kongresinde siyasi fırka (parti) haline geldiğini ilan etti.

TBMM'de en az yirmi milletvekili ile temsil edilen siyasî partiler grup kurma hakkına sahiptir. Genel seçimlerde Milletvekili çıkartan ancak grup kurmak için yeter sayıya sahip olmayan siyasi partiler TBMM Başkanlık Divanı, TBMM Danışma Kurulu ve komisyonlarda temsil edilemezler.

Kürt milliyetçisi Demokratik Toplum Partisi (DTP) son haftalarda bu yıl yapılacak olan seçimlere parti olarak değil, "bağımsız" adaylar göstermek yoluyla gireceği izlenimini veriyordu. Bu taktiğin amacı esas olarak Kürt milliyetçilerinin meclise girmelerini engellemek üzere tasarlanmış olan son derece anti-demokratik yüzde 10’luk ulusal seçim barajını baypas etmekti.

Türkiye’de uygulamakta olan bu kısıtlayıcı seçim yasasına göre genel seçimlerde yalnızca ülke çapında yüzde 10’un üzerinde oy alan partilerin mecliste sandalye sahibi olmalarına izin veriliyor. Bununla birlikte, bağımsız adaylar için böyle bir baraj uygulaması bulunmuyor.

Kürt milliyetçisi partiler bugüne kadar bu yüzde 10’luk seçim barajını aşmayı başaramadılar, ancak 1999 yılından bu yana ülkenin güneydoğusunda yerel yönetimlerde ağırlıklı bir yere sahipler.

DTP’nin yaptığı öne sürülen bu plana göre bu "bağımsız" milletvekilleri meclise girer girmez DTP’ye katılacak ve mecliste bir grup kuracaklardı -bir siyasi partinin mecliste grup kurabilmesi için en az 20 milletvekiline sahip olması gerekiyor. Yapılan tahminler DTP’nin ülkenin güneydoğusunda sahip olduğu çekirdek oylarla mecliste 25 civarında sandalye kazanma şansına sahip olduğunu gösteriyor.

Kürt milliyetçisi Demokratik Toplum Partisi (DTP) son haftalarda bu yıl yapılacak olan seçimlere parti olarak değil, "bağımsız" adaylar göstermek yoluyla gireceği izlenimini veriyordu. Bu taktiğin amacı esas olarak Kürt milliyetçilerinin meclise girmelerini engellemek üzere tasarlanmış olan son derece anti-demokratik yüzde 10’luk ulusal seçim barajını baypas etmekti.

Türkiye’de uygulamakta olan bu kısıtlayıcı seçim yasasına göre genel seçimlerde yalnızca ülke çapında yüzde 10’un üzerinde oy alan partilerin mecliste sandalye sahibi olmalarına izin veriliyor. Bununla birlikte, bağımsız adaylar için böyle bir baraj uygulaması bulunmuyor.

Kürt milliyetçisi partiler bugüne kadar bu yüzde 10’luk seçim barajını aşmayı başaramadılar, ancak 1999 yılından bu yana ülkenin güneydoğusunda yerel yönetimlerde ağırlıklı bir yere sahipler.

DTP’nin yaptığı öne sürülen bu plana göre bu "bağımsız" milletvekilleri meclise girer girmez DTP’ye katılacak ve mecliste bir grup kuracaklardı -bir siyasi partinin mecliste grup kurabilmesi için en az 20 milletvekiline sahip olması gerekiyor. Yapılan tahminler DTP’nin ülkenin güneydoğusunda sahip olduğu çekirdek oylarla mecliste 25 civarında sandalye kazanma şansına sahip olduğunu gösteriyor.


21 Temmuz 2007 Cumartesi

Pearl Harbor komplo mu?

Etiketler: pearl harbor, komplo teorisi, conspiracy theory, roosevelt, amerika birleşik devletleri, abd, usa, navy, second world war, ikinci dünya savaşı, ww2

Nette gezerken rastladım ve ilgimi çekmesi üzerine sizlerle de paylaşmak istedim. Aşağıdaki yazı Uncle John’s Legendary Lost Bathroom Reader isimli kitaptan alınan bir yazıdan çeviridir.

Japon uçaklarının Pearl Harbor'a saldırısı Amerikan tarihinin en dramatik olaylarından birisidir ve bu saldırı ile ilgili akla gelen birçok soru var. Başkan Roosevelt böyle bir saldırıdan haberdarmıydı? Öyleyse neden saldırıya karşı neden savunma yapılmadı? Bu olayın bir komplo olabileceği hakkında bazı görüşler:
\
Japon saldırısı sonucu inflak eden USS Shaw...

\
Pearl Harbor'da yanan USS Arizona gemisi...
\
Wheeler Field'den yanan hangar ve uçaklar...

7 Aralık 1941, şafaktan kısa bir süre sonra japon savaş uçakları Amerikanın en önemli üslerinden olan Hawaii üssüne bütün kuvvetleri ile saldırıya geçti. Tam iki saat içerisinde 18 savaş gemisi, 200e yakın savaş uçağı ve 2403 amerikan askeri yokedildi.
Ertesi gün başkan Roosevelt olağanüstü kongreye saldırı gününü rezalet günü olarak niteleyen bir konuşma yaptı ve bu konuşma neticeseinde kongre savaş kararı alarak bütün yetkileri başkana verdi.

Savaşı amerikanın kazanmasına rağmen bazı gözardı edilemeyecek sorular da gündeme geldi. Nasıl oldu da amerika tamamen habersizce yakalandı? Neden kayıplar bu kadar fazlaydı? Kim suçlanmalı? Başkan saldırının olacağından haberdarmıydı? Yoksa amerikanın savaşa girebilmesi için mi hiç birşey yapılmadı?
Savaş sona ermeden 7 ana soru vardı ve hepside bu güne işaret ediyordu.

Cevapsız Soru #1:
Saldırıdan çok önce Japon gizli mesajları ele geçirilmesine rağmen Hawaii üssü uyarılmamışmıydı?
Şüpheler:

* 1940 yazında ABD japon gizli kodu "Purple" ı kırmayı başardı. Bu gelişme amerika gizli servislerinin tokyodan gelen mesajlarını dinlemesi sağladı.
* Bu kodu kıran makinelerin bazı üslere verilmesine rağmen Pearl Harbor böyle bir teknolojiden hiç haberdar olamadı.
* 1941 sonbaharında elegeçirilen mesajlar japonların şu planlarını ortaya çıkardı.
>9 Ekim 1941de japon elçiliğine Pearl Harbor karasularının 5 parçaya ayrılması ve amerikan savaş birliklerinin nicelik ve niteliklerinin belirlenmesi bildirildi.
>Olayların kendiliğinden gelişmesi üzerine Japon dışişleri ortaya çıkan sorunları çözmesi için uzlaşmacıları ikna etmeye çalıştı.
>1 Aralıkta başarısızlıkla sonuçlanan uzlaşmalar sonucunda amerikan ordusu japonya berlin büyükelçisinin hitlerden olabildiği kadar çabuk yardım istediği mesajı elegeçirdi.

Öteyandan:

* Japon gizli kodunun elegeçirilmesine rağmen japonlar hiçbirzaman bir saldırıdan söz etmeyerek sırlarını gizli tutmayı başardılar. "Savaş Tarihi Uzmanı David Kahn'ın 1991deki Military History Quarterly isimli yazısından."
* Aslında saldırıdan birkaç hafta önce washington komutanlarını uyarmıştı fakat saldırı hava savunmalarının tam da uyuduğu bir saatte gerçekleştiği için gafil avlandılar.

Cevapsız Soru #2:
Bir denizci yaklaşan japon hava saldırı mesajını elegeçirdi ve -bu uyarıyı dikkate almayan- beyaz saraya bildirdi mi?

Şüpheler:

* John Toland kitabından, Infamy: Aralık ayında 12. Deniz Kuvvetlerinden "Seaman Z" takma adı ile bahsedilen bir elektronik uzmanı denizci Sanfransiscodaki görev yerinde garip sinyaller yakaladı. Bunları çözmeyi başaran denizci Hawaiiye doğru yaklaşan hava kuvvetlerini saptadı.

* Tolanda göre "Seaman Z" üslerini bu konu hakkında bilgilendirdi fakat Pearl Harbor bu uyarıları hiç bir zaman almadı.

Öteyandan:

* Gordon Prange "The Verdict of History kitabının yazarı" Tolandın bazı varsayımlarını yalanlıyor. O gün böyle bir sinyal alınmış olsa bile uçakların nereye gideceği hakkında bilgi vermeyeceğini ve bu sinyali ele geçirmenin bir faydasının olmayacağını söylüyor.
* Gordon Prange japon komutanı Mitsuo Fuchida'nın saldırıda bütün telsiz ve radyoları kapattırdığını tamamen sessiz bir operasyon düzenlendiğini belirtiyor.

Cevapsız Soru #3:
Başkan Roosevelt saldırı hakkında bilgi sahibi olmasa bile savaşa girebilmek için japonları amerikaya saldırma konusunda kışkırttı mı?
Şüpheler:

* Roosevelt kendi yakın politika çevresine Japonyanın tamamen savaşa dahil olmasından ve almanların avrupayı elegeçirmesinden önce ABDnin savaşa girmesi gerektiğini büyük bir zafer ve saygı kazanacaklarını söylemesi.
* Rooseveltin ingiltere elçisine amerikanın da savaşa gireceğini fakat halkın da desteğinin gerektiğini söylemesi.
* 1937 de japonya çin yakınlarındaki Yangtze nehrinde amerika savaş destroyerini batırdı. İki ülke politikacıları da anlaşmaya varılması konusunda hemfikirdi fakat roosevelt verdiği ultimatomlarıyla işleri çıkmaza soktu. O sırada japonya ile savaşta olan çine de yapılan madii yardımlar bunların üstüne tuz biber ekti.
* Köşe yazarı Pat Buchanan'a göre 1941 Ağustosunda Japonyaya karşı savaş sebebi bir olaya onay verdi. "Flying Tigers" isimli gizli hava birlikleri Çinli milliyetçilerle birlikte Japonyaya karşı savaşta görev aldılar. Flying Tigers ın gönüllü askerlerden oluştukları belirtilse de Pearl Harbor saldırısından bir kaç ay öncesine kadar beyaz saraydan ödemelerinin yapıldığı biliniyor.
\

Öteyandan:

50küsür yıl geçmesine rağmen Pearl Harbor saldırısının bir komplo olduğuna dair bir kanıt yok. Öyle olsaydu şimdiye kadar suüstüne çıkmış olmazmıydı??? Belki de hiç bir zaman bilemeyeceğiz...

20 Temmuz 2007 Cuma

Tayyip Erdoğana Suikast mı Yapıldı ?

Tayyip Erdoğanın arabada kilitli kalması bir suikast girişimi olabilirmi ?

Neden böyle bir teori kurma gereği hissetildi ?
Aşama aşama olaylara bakarsak bunun neden beni düşündürdüğünü göreceksiniz...

Tayyip beyin daha önce bu tip hastalığı var mı ? ( Başka söylentiler olsada doktorların açıkladığı sebeplerden dolayı herhangi bir rahatsızlığı yok. )
Sanırım bu bilinmiyor araştırmalarımda bu tip bir rahatsızlığın daha önce oluştuğu yolunda bir bilgi yok...
Varsa doktorları o dönemde ramazan nedeni ile kendisini ikaz etmişmiydi ?
Doktor kontrollerinde bu ikaz hiçbir şekilde belirtilmemiş...
Yediği bir yemekten sonra tetikleyici etki olmuş olabilir mi ? Yani bir ilac etkili olmuş olabilir mi ?
Burası önemli bu konuya daha sonra değineceğim... Belirlenen bazı tetikleyiciler ile belli bir zaman içerisinde bu kriz meydana getirilebilir mi ?
Acil durum prosüdürleri gereği araba kilitli kalması durumunda ne yapılması gerektiği bilinmiyor mu ?
Bilinmesine rağmen o gün ne oldu ise bu prosüdür uygulanmamış olabilir mi ?..

Tüm bu soruları sorduran nedir ?

İlk önce olayın gelişimine bakalım... Tayyip Erdoğan arabada fenalaşıyor ve araba hasteye doğru yol almaya başlıyor.
Fenalaşma bayılma şeklinde olduğu için araba içerisinde Tayyip bey herhangi bir söz sarf etmemiş.
Araba hasteneye geliyor ve Tayyip beyi arabadan indirmek için müdahale girişimi başlıyor. Araba kilitleniyor.
Arabanın kilitlenebilmesi için şöfürün de arabadan inmesi gerekiyor ???? Bu durum şaibeli arabadan şöfürün neden indiği araştırılmalı...İndikten sonra kilitleme sisteme nasıl çalışıyor, her sistemin mutlaka bir B planı olduğu gibi kilitleme sistemindede daha sonra açılması için bir başka şifre çözücü var mı ?
Kilitli kalan arabanın açılması için girişimler başlıyor. Açılmayan arabaya müdahale balyoz ile camın kırılması sonucu oluyor.

Peki balyoz bulunmasa ne olacaktı ?
Tayyip Erdoğan_2

Balyoz bulunmasa biraz daha zaman geçmesi ile krizin etkisi daha fazla hissetilecekti. Şeker koması olarak adlandırılan bu kriz ne kadar süre içerisinde müdahale edilmesi gerektiği biliniyor olabilir mi ? Bu sürede müdahale yapılarak acaba bir ikaz mı verildi. Veya araba başka bir hastaneye gitse ve bu hastane çivarında balyoz olmasa ne olurdu ?

Kısaca bu bir yerlerden Tayyip Erdoğana ihtar olarak geliştirilmiş bir senaryo olabilir mi ?

Şimdi olayın gelişmesinden sonra bugünlere gelelim ve Tayyip Erdoğanı yeniden inceleyelim. Şu an 2007 nin Ocak ayları ve Tayyip bey ABD hakkında fazlaca mualif bir görüntü sergiliyor. Neden acaba ????

Tayyip Bey yukarıda yazdığımız suikast girişimini öğrenmiş olabilir mi ? Bunun nereden ve nasıl oluştuğu hakkında bir bilgi almış olabilir mi ?
Aldığı bu bilgiler acaba nereyi işaret ediyor ? ABD ye bu sıralar yüklenmesinin ardında bu olabilir mi ?

Bu suikast girişimi planlanmış ve uygulanmış ise kime ne denmek istenmiş olabilir ?

Bunun için bu olayın öncesine giderek tekrar olay gününe kadar geçen süreci izleyelim. Olay ne zaman oluyor : 17 Ekim 2006
Bu tarih öncesinde kronolojik bir inceleme yapalım... Tarihsel süreçte son 5-6 ay geri gidelim ve bu olayla bağlantısı olabilecek gelişmelere bakalım.

1 - Tayyip Bey tarihi gafını yapıyor ve " askerlik yan gelip yatma yeri değil " diyor.
2 - Fransada Ermeni Tasarısı kabul ediliyor.
3 - ABD PKK konusunda herhangi bir gelişme kayıt etmiyor. Tayyip bey bu arada ABD ye gitip ( 2 Ekim ) geliyor.
4 - PKK için ABD ve TÜRKİYE'den koordinatör ataması yapılıyor.
5 - Org. Büyükanıt birçok itiraza ve karalamaya rağmen Genelkurmay başkanı seçiliyor.
6 - Türkiye Lübnana asker gönderiyor.
7 - Komutanlardan irtica hakkında sert açıklamalar gelmeye başladı.
8 - İsralin Lübnan savaşı tamamlandı.
9 - Tayyip Erdoğanın Cumhurbaşkanı seçilmesi ile ilgili senoryalar gündeme gelmeye başladı.

Tüm bu gelişmelerin ışığında Tayyip Bey'in büyük sıkıntıları olduğu ve dengeleri oluşturamadığı görülüyor.

Bazı yerlerden bunlardan dolayı Tayyip Beyin verdiği sözler kendisine hatırlatılmak istenmiş olabilir mi ?

Bu bir suikast girişimi olabilir. Yukarıda açıklamaya çalıştığım sebeplerden dolayı bu olayın bir şeylerin sonucu ortaya çıktığı kanısına kapılıyorum. Çünkü yaşanan olay oldukça farklı ve iyi incelendiğinde bazı işaretler bulmak mümkün...

Bazı işaretlere örnek verecek olursak :

Konuyla alakası olmasa bile suikast girişimine deyiniyor...

http://www.milliyet.com.tr/2006/10/18/yazar/civaoglu.html

Yazar burada yazısının sonunda konuyla alakası olmayan bir yaşanmış olayı anlatıyor. Ancak anlattığı olay
Turgut Özala yapılan suikast girişimini örnek gösteriyor.
Tayyip Erdoğan_3

Aynı konudan devam edecek olursak Turgut Özalada Cumhurbaşkanlığı öncesi bir suikast girişimi olmuştu.

Ukraynın şu an seçilmiş olan başbakanı için bu tip bir ilac sonucu yüzünün sivilce içinde kalması ve hastalanması örnek gösterilebilir.

İnsanlar genelde suikastların sadece silahla yapıldığını zannederler. Halbuki tarihteki birçok önemli suikast “gizli yöntemlerle” yapılmıştır.
Bunların arasında yavaş yavaş zehirlemeler, kalp krizi geçirten damar tıkayıcı ilaçlara, kanser yapıcı yüklemelere, vücut direnci ve savunma sistemini bozan muhtelif mikropların (eğer kesin olarak öldürülmek isteniyorsa bir tür kokteyl şeklinde enjekte edilir) yüklemesine kadar birçok yöntem mevcuttur. Üstelik bugün dünyada bu alanda gizli servisler çok öldürücü veya amaca bağlı
olarak tıbbi arazlar çıkartıcı veya tedricen yok edici ilaçlar, karışımlar keşfetmişler ve bu gizli silahları “kara bilim laboratuarları”nda geliştirmişlerdir.

Böylelikle bu güçler çaktırmadan ülkede bir politikacı, bürokrat ve aydın kırımı yapabilirlerdi. Turgut Özal’ın ani ölümü buna en somut örnektir.
Ayrıca yakın dönemdeki bazı ölümlerde “gizli suikast” yöntemi kullanıldığına dair şüphelerim olduğunu şimdilik belirtmekle yetineceğim.

Şimdi düşünmeye devam edelim Cumhurbaşkanı seçilmesi için önünde fazla bir engel olmayan Tayyip Erdoğan nasıl engelleebilir ?

İlk önce bu tip rahatsızlıkları oluşturacak yukarıda anlatmaya çalıştığım gizli operasyonlar yapılır ve Tayyip beye belli ilaç veya mikroplar enjekte edilir.

Daha sonra bu rahatsızlıkların başka sebepleri olduğu dedikoduları yayılır.

Örneğin o tarihlerde yayınlanmış bir yazı...

http://www.medyafaresi.com/?hid=1534&cid=5

Yalçın Küçük tarafıntan ortaya atılmış bir görüş...

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/5296949.asp?yazarid=10&gid=61

Hürriyet Gazetesi yazarlarından bir yorum...

Demek ki neymiş bu tip bir senaryo geliştirilebilirmiş...

Devam edecek olursak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a karşı girişilebilecek “açık bir suikast” da sorun yaratacaktır.
Başbakanı bedenen ortadan kaldırsalar bile, sonuçları AKP tipi eğilimleri güçlendirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Böylesi bir durumda herkes “muhtemel adresler”i suçlayacaktır.

Bu arada Tayyip Beyde belli arazlar belirmeye başlar, Bu durumun tekrar etmesi ve ağırlaşması başbakanın Cumhurbaşkanlığı için uygun olmadığı tartışmalarına başlanır. Bu durumda gizlice Tayyip Erdoğana panzehir verme teklifleri iletilecektir.
Ecevitin Başbakanlığında yaşadığı sıkıntılı dönemi ve başbakanlıktan sonraki durumlarını inceleyiniz....
Tayyip Erdoğan_4

Koşullar ve kişilikler farklı olsa da geçmişte ortaya çıkan durum manidardır. Adeta “Ecevit’in istifası” üzerine büyük bir medya bombardımanı ile yürütülen kampanya neticesi DSP’de bir “İç Darbe” planlanmıştır. Böylelikle DSP’de belli bir ismin Ecevit’in yerine getirilerek otomatikman başbakan olması da sağlanmak istenmiştir. Ancak Ecevit ve Ecevit’in arkasında duran güçler buna direnmiş, sonuçta uluslar arası bağlantıları olduğu sanılan bir “hizip” DSP’den tasfiye edilmiştir. Onların “Yeni Oluşum”
planları ise hiç tutmamış fakat MHP’nin razı olmasıyla ülke seçime sürüklenerek yeni bir siyasi konjonktür yaratılmıştır.

Fakat unutulmamalı ki, bütün bunların manivelası o dönem için Başbakan Ecevit’in sağlığı üzerine süren tartışmalar olmuştur.

Olaya dair şüpheler o günlerde bizzat DSP’nin yetkili ağızlarınca da dile getirilmiştir.

Tıbbi sorunlarının ağırlaşması Erdoğan’ın bırakın Cumhurbaşkanlığını, başbakanlığını bile tartışma gündemine getirir.

AKP içinden veya dışından bazı “alternatif arayışlara” start verilir. Durum diğer “konjonktürel gelişmeler” le iyice ağırlaştırılır ve “uzlaşma” sağlanana kadar zorlanır

Durum bundan ibaret benimkisi bir teori olayları incelerseniz sizlerde bu sonuçları görebileceksiniz...
ALINTI:UMUT

Doların Sırrı

ir dolarlık ABD banknotlarının üzerinde, bazı ilginç işaretler yer alır. Doların bir yüzünün iki tarafında iki ayrı daire, dairelerin içinde de iki ayrı şekil vardır. Şeklin birisi, bir pençesinde oklar, diğer pençesinde zeytin dalı tutan bir kartaldır. Kartalın tepesinde yıldızlar bulunur. Diğer dairenin içinde ise tepe kısmı, içine bir göz oturtulmuş olan bir üçgenle tamamlanan bir piramit yer alır.

Kimileri bunları doların üstüne konmuş rastgele şekiller olarak algılayabilir. Oysa bu işaretler, dolara has şekiller değildir. Bu işaretler, "Amerika Birleşik Devletleri'nin Büyük Mührü"dür, ABD'nin resmi sembolüdür. İki daire, mührün iki yüzünü oluşturur. Mührün üzerinde böylesine ayrıntılı bir şekilde durmamızın nedeni, mührün bazı önemli mesajlar içermesidir. ABD'nin "dünyanın ilk masonik ve de Kabalist cumhuriyeti" olduğunu gördük. Bu iki özellik, ABD'nin Büyük Mührü'ne de yansıtılmıştır.

Az önce Amerika'nın kurucularının mason ve Gül-Haç bağlantılarıyla ilgili olarak kitabından alıntılar yaptığımız Amerikalı tarihçi Robert Hieroni- mus, ABD'nin Büyük Mührü konusundaki sayılı uzmanlardan biridir. Konu hakkında "Amerikan Büyük Mührü'nün arka yüzünün tarihsel bir analizi ve Hümanist psikoloji ile ilişkisi" başlıklı bir doktora tezi veren Hieronimus, mühür hakkındaki bazı önemli bilgileri America's Secret Destiny adlı kitabında da aktarır. Mührün öyküsü şöyledir:

4 Temmuz 1776'da Kongre, Benjamin Franklin, Thomas Jefferson ve John Adams'dan oluşan bir komiteye Amerikan mührünü dizayn etme görevini verdi. Pierre Eugene Du Simitiere adlı bir portre ressamı komiteye alındı. Böylece, büyük ölçüde Franklin'in tasarısına dayalı olarak ilk mühür oluşturuldu: Bir yüzde Musa ve onunla birlikte denizden kurtularak güvenli bir toprağa ayak basan İsrailloğulları yer alıyordu. Musa eliyle denize işaret ediyor, denizde ise Firavun'un askerleri boğulurken görülüyordu. Bulutlardan çıkan bir ateşin ışıkları Musa'ya ulaşıyordu. Bunun yanında Jefferson da bir öneri getirmişti: Mührün ön tarafına, çölde gündüzleri bir bulut, geceleri de ateşten bir sütunla kendilerine yol gösterilen İsrailoğulları'nın konulmasını teklif ediyordu.
Birinci komiteden Benjamin Franklin'in mühür için getirdiği teklif: Bir yüzde Hz. Musa'nın önderliğinde güvenli topraklara ulaşan İsrailoğulları, diğer yüzde Kabala sembolü "üçgen içinde göz".

ABD'nin mason kurucularının getirdikleri her iki teklifin de "İsrailoğulları" ile ilgili olması bir rastlantı değildi sanırız. "İsrailoğulları'nın ayak bastığı güvenli toprak"ın Amerika olduğu mesajı veriliyordu. Mühür için ortaya atılan bu teklif, Püritenlerin Amerika'ya yüklediği misyonun, masonlar tarafından devam ettirildiğini de belgeliyordu. Mührün diğer yüzüne yerleştirilen ünlü Kabalistik "üçgen içindeki göz" sembolü de aynı gerçeğin bir işaretiydi.

Fakat Kongre fazla açık ve cüretkar bulduğundan olacak Ocak 1777'de bu birinci komitenin teklifini kabul etmedi. Ve üç yıl sonra yeni bir komite oluşturuldu. Bu komitenin teklifi de kabul edilmeyince, mührü belirleme işi 4 Mayıs 1782'de toplanan üçüncü komiteye kaldı. Bu komite, bugünkü mührü oluşturdu. "İsrailoğulları"nın izi, ilk komitenin mühründeki kadar belirgin olmasa da, bu mühürde de yer alıyordu. Ön yüzde, kartalın başının hemen üstünde, beş köşeli yıldızlardan oluşan altı köşeli bir siyon yıldızı bulunuyordu. Arka yüzde ise Yahudi-masonik sembol "üçgen içinde göz" yerini koruyordu. ABD mühründeki masonik-Kabalistik etki, daha sonra da çeşitli uzmanlar tarafından dile getirildi.
1934 yılında eski başkan yardımcısı Henry A. Wallace, başkana, mührün her iki yüzünün de demir paralar üzerine basılmasını içeren bir öneri götürdü... Başkan Roosevelt bunu kabul etti ve o tarihten sonra mühür ABD paralarının üstünde görülmeye başlandı... Wallace'ın mühür ile yakından ilgilenmesinin ardında esoterik konularla yakından ilgilenmesi yatıyordu. Bir teori, Wallace'ın ilgisinin Kabalistik amaçlara dayandığını öne sürer... İşin bir başka ilginç yanı hem Wallace'ın hem de Başkan Roosevelt'in mason olmasıdır.

Profesör Norton, mührün arka yüzünün 'çok açık bir masonik amblem' olduğunu söyler. Bu görüş Paul Foster Case gibi çeşitli akademisyenler tarafından da desteklenmektedir.

Esoterik geleneğe bağlı yazarların çoğu da mührün özellikle arka yüzünün, masonluk, Gül-Haç ve İllüminati gibi örgütlerden kaynaklandığını bildirmiştir. Bu geleneğin ünlü isimlerinden Wyckoff, şöyle der: 'Bizim mührümüz masonluğun bir yansımasıdır, masonluğun ve okültizmin'.

Hieronimus'un bildirdiğine göre, "üçgen içinde göz" sembolünün altında yer alan piramit de gerçekte masonik bir semboldür. Mühürde yer alan piramit, ünlü Büyük Giza Piramidi'dir. İlginç olan ise Giza Piramidi ile Kabala arasında ilişki olmasıdır:

Oxfordlu bir matematikçi ve astronom olan John Greaves, Büyük Piramid hakkında yaptığı araştırmalarla tanınıyor. 1683'te piramidin matematiksel özelliklerini inceliyor. Greaves'in araştırması, aynı zamanda piramidin Kabalistik yorumlarının da temelini oluşturuyor. Diğer bir deyişle ABD mührünün arka yüzündeki piramidin kökenleri Kabalistik etkiler taşıyor. Greaves'e göre ise, büyük piramidin kendisi Kabala'yla ilintilidir.

Piramidin başka ilginç yorumları da vardır. Bazı Gül-Haç ve mason ekolleri, Büyük Piramit'in ritlerdeki dereceleri temsil ettiğine inanırlar.

Amerikan mühründeki bir başka ilginç şifre, her iki yüzde de yer alan Latince ifadelerdir. Ön yüzde kartalın ağzına yerleştirilmiş olan E Pluribus Unum (Birçokların arasında bir tane) ifadesi Eski Ahit'in Yahudilere verdiği "seçilmiş halk" payesini hatırlatır. Hieronimus, bu ifadenin de Eski Ahit'le paralel olduğunu vurguluyor. Arka yüzde, üçgen içindeki gözün üstünde ve altında yer alan ifadeler ise daha da ilginçtir: Annuit Coeptis ve Novus Ordo Seclorum... Yani "Başlanmışın Tamamlanması" ve "Yüzyılın Yeni Düzeni"... Eğer "Seclorum" kelimesinin ilk anlamı olan "yüzyıl"ı değil de, ikinci anlamı olan "seküler" (din dışı) karşılığını alırsak, ABD mühründeki ifade çok daha ilginç bir hale gelir: "Başlanmışın Tamamlanması... Yeni Seküler Düzen"...
Evet, Yeni Seküler Düzen, çok önceleri başlamış uzun bir mücadelenin tamamlanması ile kurulmuştu. Yahudi önde gelenleri ve masonlar arasındaki İttifak, bu mücadeleden galip çıktığını ABD Mührü yoluyla örtülü bir biçimde duyuruyordu. Ancak bu mücadele henüz yalnızca Yeni Dünya'da kesin olarak kazanılmıştı. Mücadelenin asıl alanı olan Avrupa'da ise çatışma hala sürüyordu. ABD'nin kurulmasından kısa bir süre sonra gelen Fransız Devrimi, İtti fak'a Avrupa'da da büyük bir zafer kazandırdı. Ancak yine de henüz herşey bitmemiş, "Yeni Seküler Düzen" tam anlamıyla tamamlanmamıştı. Bu nedenle İttifak'ın Avrupa'daki savaşı, daha uzun sürdü.

Yabanci kaynakli mayin temizligi

Altinda petrol denizi bulunan, 510 kilometre uzunluga sahip 3 milyon dönümlük Suriye sinirindaki Türk topraginin 49 yilligina Isviçre üzerinden, mayin temizleme kilifi altinda Mossad'in taseron
sirketlerine ha devredildi ha devredilecek.

Sahibi belirsiz Kardak kayaligi için Yunanistan'la savasi göze alan Türkiye, sira Israil'e gelince niye yelkenleri indiriyor?
Kuskular, Ankara'da Israil gizli devletinin varligini güclendiriyor ?

Suriye sinirindaki 3 milyon dönüm arazi vatan topragi degil mi?
Yoksa Yunanistan düsman da Israil dost mu? Diplomatik üslup disinda kim Israil'e dost diyorsa iste o aslinda Ankara'daki Israil derin devletinin adamidir.
Çünkü Israil dost degil, düsmanin en sinsisi, en kararlisi, en güçlüsü ve en acimasizidir.
Bunu ben degil, Israilli yetkililer söylüyor.

Türkiye, Israil'i taniyan ilk Müslüman ülke olmasina ragmen, yine Türkiye Konya üzerinde Israil savas uçaklarina egitim uçusu yaptirarak,
Filistin halkina ve kendi geçmisine ihanet etmesine ragmen Israil, Türkiye'ye, hem Irak'ta Barzani-Talabani önderliginde kurulmus bulunan
"Yahudi Kürdistan"in merkezinde yer alarak, hem bayraginda tahrif edilmis Tevrat'a göre "Vaat edilmis topraklari" iki mavi çizgi, yani Nil-Firat'i resmederek,
hem Knesset (Israil Parlamentosu) girisine Türkiye Cumhuriyeti topraklarinin bir kismini da içine alan Arz-i Mev'udu çakarak Türkiye'ye sürekli,
"Elime firsat geçtiginde canina okuyacagim" deyip duruyor.

Israil'in Türk ve Türkiye düsmanligi böyle sembollerden ibaret degil. Siyonist Yahudi ABD, AB ve Türkiye içindeki "derin devletine" o kadar güveniyor ki,
zaman zaman küstahlasmaktan, Türk vatani üzerindeki toprak emellerini açikça dile getirmekten de çekinmiyor, çekinmedi.
Daha önce de yazdim. "Lübnan Kasabi" Ariel Saron 1982 yilinda bir Italyan gazetesinde Türkiye'nin isgalini tartismis ve,
"Türkiye ilgi alanimiz içersindedir" dememis miydi? 31.12 1982 tarihli Günaydin gazetesi Saron'un bu küstahligini okurlarina, "Haddini bil Saron" diye duyurmamis miydi?

Siz simdi Saron'un bu küstahligini bir kenara birakin, ABD-Israil ittifakinin Irak'in kuzeyinde bir "Yahudi Kürdistan" kurdugunu ve bu devletin yasayabilmesi için
Akdeniz'e açilma gibi bir mecburiyeti oldugunu, ardindan da, Mossad-Cia ve Ingiliz Gizli Servislerinin 23 Mart 2004 günü bir futbol maçi esnasinda Suriye'deki Kürtleri,
Türkiye'deki ayrilikçi Kürtler gibi nasil ayaklandirdiklarini hatirlayin ve bu bilgilerinizin yanina, 1983 yilinda, zamanin Israil Disisleri Bakani Izak Samir'in,
"Türkiye'yi Kürdistan'i isgal altinda tutmakla" suçladigini koyun; bütün bunlar sizi iknaa yetmediyse, Israil'de herkesin bildigi,
"Bir Türk öldür, rahat et!" Yahudi atasözü üzerinde biraz düsünün bakalim..

Alti âdeta bir petrol denizi olan Türkiye-Suriye sinirindaki 3 milyon dönümlük arazinin 49 yilligina Israil'e devri demek bence
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bu topraklardan ebediyen vazgeçmesi demektir. Türkiye kendi mayinini temizlemekten aciz olamaz…

Türkiye kendi mayinini temizleyemiyor mu, o zaman birakiniz mayinli kalsin. Böylece hem Irak'in kuzeyindeki Yahudi Kürdistan'in Akdeniz'e dogru önünü tikamis,
hem "Nil'den Firat'a" kadar, "Arz-i Mevud" hayalleri kuran ve bu hedefine adim adim yaklasmakta olan Siyonist Israil'in önünü tikamis,
böylece vatana ihanet etmemis olursunuz.

Türkiye'de bir kere olsun Türkler için bir sey yapilmayacak mi? Büyük Ortadogu Projesi için, "Insallah hayata geçer, Diyarbakir da bu projenin merkezi olur"
diyen Basbakan ve Türkiye'yi yönetenler, proje sahiplerinin, "Ortadogu'da 22 ülkenin sinirlari degisecek" diye açikça yazip çizdiklerini bilmiyorlar mi?

Türkiye-Suriye sinirindaki 3 milyon dönümlük vatan topraginin Israil derin devletinin ortagi oldugu sirketlere 49 yilligina devredilmek istenmesi
haritanin bir bakima Türkiye'yi Irak'tan sonra Türkiye üzerinden de ufak ufak degismeye baslamasi degil midir?
ALINTI:UMUT

Hrant Dink Neden Öldürüldü?

Hrant Dink neden öldürülmüş olabilir ?
Yazdığı yazılar için mi ? Sanmam, bu ülkede ne yazılar yazılıyor ama kimse dönüp bakmıyor bile.
Hrant dink bu ülkenin nufüsuna kayıtlı ermeni bir vatandaş. Tüm bu ülkede doğmuş insanlar gibi onunda vatanı.
Bu ülkeye elbette kötülük etmek istemeyecekdir. Kaldı ki yargı yolu ile zaten bu sorgulamalar yapıldı.
Hrant Dink bu mahkemelerde berat etti.

Neden Ermenilerle Türkler düşman oldular ? Tarihte bir dönem bu ülkenin en üst mevkilerine gelmiş ermeniler
( Millet-i sadıka ) neden Türklerle son 150 yıldır düşman oldular.

Hrant Dink'in öldürülmesi bu sorunun cevapları arasında...Amaç doğru algılanırsa asıl işaret başka tarafları göstermekte.

Halen ermeniler üzerinden yapılacak siyasi oyunlar var demek ki. Ülkenin bulunduğu durum ile son gelişen Güney
doğu olayları ile bağlantı olarak ülkenin pazarlık etme gücünü düşürerek, doğusu içinde ayrı bir cephe açmak.
Biliyorsunuz kerkük için verilecek kararlar bu hafta içerisinde alınacaktı. ( 23.01.2007 Gecesi TBMM bu konuda
gizli bir oturum yaptı. ) tam bu aşamada bu gibi bir olay sizce ne demektir ? Neden bu sırada işlenmiş acemi bir
fakat bir o kadarda ses getiren eylem...

Bu ülke başka işlerle uğraşmaktan asıl uğraşması gereken işleri hep bu tip olaylar nedeni ile atlamıştır. Bu olayda
onun benzeri bir olaydır.

Bu cinayet çok ilginç işlenmiş ve katil hiç olmayacak şekilde ortada gözükmüştür.
Hrant Dink Neden Öldürüldü ?_2

1) Profesyonel katil, güvenlik kameralarına yakalanmaz. Bu tip cinayetlerde genelde katil zanlısını göremezsiniz.
2) İyi eğitilmiş bir insan, kafasına son derece dikkat çekici bir bere takıp, cinayet işlemez. Cinayetin işlendiği yeri
düşünecek olursanız cadde üzerinde her an sizi uzak noktadan bile görebilirler.
3) Hiçbir örgüt, gerçekleştireceği bir cinayeti, failin yakalanması üzerine kurgulamaz.
Böylesine büyük bir riskin içine girmez. Bir örgüt bağlantısı aranmasın bence.
4) Arkasında organize bir güç bulunan ve böylesine önemli bir cinayeti işleyen insan, otobüsle
seyahat etmez. Bu iş o kadar acemice yapılmış ve tek kişilik bir eylem ki saklanmaya gerek
bile duyulmamış.
5) İyi eğitilmiş ve örgüt bağlantılı bir insan, cinayeti işlediği silahla ortalıkta gezmez.
Suç aletini olayın hemen ardından yok eder. Suç aleti ile yakalanması suçu kabul etmesi
ile aynı şey.
6) En önemlisi de örgüt bağlantılı insanlar, yakalanır yakalanmaz suçlarını itiraf etmezler.
Ogün Samast'ın acemi, ruh hastası ve zavallı bir katil olduğu apaçık ortada. Samast, çevresi
tarafından yönlendirilmiş, azmettirilmiş ve kullanılmış da olabilir. Veya başka sözler verilmiş olabilir.
Ağca'yı bir düşünelim bence...

Bütün bunlar sonucu değiştirmez.
Hrant Dink Neden Öldürüldü ?_3

Neden bu şekilde davranmış acaba ? O şekilde kandırılmışda ondan beslendiği kaynaklar bu işi eline yüzüne
bulaştıracak birisini ortaya sürmüşler, işte demişler hem sizi öldürürüz hemde suçu size mal ederiz. bu kadar
basit. Kimsede bu işi çözemez diyorlar... Nasıl çözülsün ki basit bir cinayetten öteye ulaşmanız elinizdeki deliller
ile çok zor.

Yukarıda da bahsettiğim gibi TBMM ve Dışişlerinde önemli bir konu Kerkük konusu gündemde iken birden ne
oluyorsa Ermenilerle karşı karşıya getirilmek istenir gibi bir cinayet çıkıyor karşımıza. Bu işten en çok çıkarı kim sağlayacak
önmüzdeki günlerde göreceğiz. Bu bize cinayet hakkında ip ucu verecektir.
Kerkük için kimler uğraşmakta bakalım.
ABD - Bölgede konuşlanmak için B planında ana merkez olarak seçti ve Bağdattan buraya taşınacak.
ISRAIL - Ezelden beri bu bölge üzerinde Büyük Israil projesi bulunmakta.
KURTLER - Kerkükü kürtleştirmek için uğraşmaktalar ( Birazda ABD ve ISRAIL in destekleri ile )

Şimdi önemli olayların öncesinde Türkiyenin Kerkük'e karışmasını istemeyeceklerdir. Nedir bu önemli olay
Kerkükte yapılacak halk oylaması. Türkiye eğer bu konuda ağırlığını koyacak olursa ABD ve ISRAIL in başını
çok ağrıtacaktır.

O zaman ne yapılmalı, Türklerin bu zamanda bu bölge ile ilgilenmeleri önlenmeli öyle bir konu ile uğraşsınlar ki hem
bu bölgeyi ilgilendirsin hemde bölgede bulunan milletleri birbirine düşman etsin... Özellikle katil zanlısının karadeniz yöresindende
çıkması tasadüf olabilir mi ??? Neden karadenizi kaşımaya devam ediyorlar ( Rahip cinayeti ve devam eden olaylar... )
Hrant Dink Neden Öldürüldü ?_4

İkinci konuşulması gereken konuda OGUN SAMAST isminin araştırılması samast soyadı ne anlama geliyor. Telaffuz olarak
sebaist kelimesine çok yakın bir kelime olmasıda tesadüf olabilir mi ???

Yazının yazıldığı bu günlerde ilginç bir gelişme yaşanmakta Irak yönetimi Irakttan alınan petrol için Kuzey Irak yönetimi ile konuşulması
gerektiğini bildirdi. Nasıl ilginç değil mi ?
ALINTI:UMUT

İsrailin İnce Oyunları Üçlemesi

"Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
Tarih'i tekerrür diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?"

Mehmet Akif Ersoy’ un bu kıtasıyla başlamak istedim. Yazının sonunda belki daha bir anlam ifade edebilir.

İsrail şuan ki topraklarını nasıl elde etti, İsrail nasıl kuruldu kaçımız biliyoruz?
Bu sorunun ardından tarihe dönelim.
1800lerin başında Avrupa ve Amerika basınında "vatansız halka, halksız vatan" kampanyası başlatıldı. Yahudileri vatansız ve Filistin’i halksız bir vatan olarak düşünüyorlardı. O sıralar Osmanlının elinde olan Filistin topraklarında Araplar yaşamaktaydı. Rusların, çarın öldürülmesinde Yahudileri suçlu bulmaları ile Filistin deki Yahudi nüfusu artmaya başladı. Osmanlı yasalarına göre her ne kadar Yahudilerin toprak satın alması yasaklansa da bu yasak Yahudilerin toprak satın alımlarını engelleyemedi. Nihayetinde Teodor Herzel II. Abdülhamit ile görüşerek Filistin’in kendilerine satılmasını talep etti. II. Abdülhamit’in cevabı su şekilde oldu:
Fakat savaşlar sonrasında Osmanlı toprakları paylaşılmış ve Filistin, İngiltere’nin yönetimine geçmiştir. Bu aşamadan sonra Siyonistler tarafından toprak alımları daha da artmış sonunda Filistinlilerin gecikmiş başkaldırı, isyan ve pişmanlıklarına rağmen 1948 de İsrail kurulmuştur. Böylece bütün Yahudilerin günün birinde sion tepesi etrafında toplanılmasının ilk somut adımı atılmıştır.

Günümüze döndüğümüzde, Türkiye topraklarının yabancılara satılması bayağıdır gündemde.
Satılan yerlere istersek burdan da bakabiliriz.
köprülerde satılık
Hatta beyanatlarda “biz satmakla mükellefiz” diye de belirtilmiştir. Bir de İsrailli kadınların (yaklaşık 2000 kişi) Şanlıurfa’ya gelerek doğum yaptıkları duyulmuştu bir ara. Ve hatta Şanlıurfa topraklarında Yahudilerin satın aldıkları toprakların arttığı. Yalanlansa da inkar da edilse gerçek payı taşımadığını kim bilebilir.
Peki, neden Şanlıurfa?
Yahudilerin dini kitabı Tevrat ta, uğruna baş koydukları şöyle bir kavram var: Vaad edilmiş topraklar.
Tevrat’ın Tekvin kitabının 15. Bab’ında şöyle belirtilmektedir:
“O günde Rab, Abraham’la (Hz. İbrahim) ahdedip dedi: Mısır ırmağından (Nil Nehri) büyük ırmağa, Fırat Nehri’ne kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.”
Ve yahudiler iman ettikleri bu vaad edilmiş topraklara ulaşmak için ellerinden geleni yaptılar,yapacaklardır.

Yani vaad edilmiş toprakların en önemli kısımları Türkiye toprakları içinde yer almaktadır.ve israil bizden GAP' ı istiyor.
İşte bu yüzden Şanlıurfa…
İsrail çok ince oynuyor. İlerde ellerinden alınması durumu söz konusu olmaması için bu doğum senaryosu çizilebilir. Ayriyeten su sıralar Yahudilerle Kürtlerin akraba oldukları, kendi antropolog ve araştırmacılarınca ileri sürülüyor. Şu an asıl akrabaları olan Filistinlileri acımadan bombalarken Kürtlerle akraba olduklarını ileri sürmeleri, tabi ki gelecekteki çıkarlar yüzünden. Buradan bu konuda Rahşan Ecevit'in yaptığı yorumuda görebiliriz..
Gözümüze sokulmasını bekliyoruz her şeyin, dönüp tarihe bakmadan.
Son olarak ileri görüşlü ulu önder MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ ün 27 Temmuz 1937 tarihinde Hakimiyeti Milliye gazetesine verdiği demeciyle bitirmek istiyorum:

(Ortadoğu’da bütün bir bölgede çıbanbaşı olacak bir Yahudi Devletinin kurulma aşamasında olduğunu sezinledikten sonra) “Filistin’e el sürülemez. Türkler bölgedeki yabancı işgali kabul edemez. Hz. Muhammed"in ve kutsal değerlerin hürmetine İslam"ın mukaddes topraklarının Yahudilerin ve Hıristiyanların nüfuzuna girmesine engel olacağız. Ordumuzun buna gücü yeter. Birinci Dünya Savaşı"ndan sonra Arap kardeşlerimizden uzak kaldık ancak onların aralarındaki karışıklıkları kimse bizden iyi bilemez.”
ALINTI:UMUT

Pearl Harbor komplo mu?

Aşağıdaki yazı Uncle John’s Legendary Lost Bathroom Reader isimli kitaptan alınan bir yazıdan çeviridir.

Japon uçaklarının Pearl Harbor'a saldırısı Amerikan tarihinin en dramatik olaylarından birisidir ve bu saldırı ile ilgili akla gelen birçok soru var. Başkan Roosevelt böyle bir saldırıdan haberdarmıydı? Öyleyse neden saldırıya karşı neden savunma yapılmadı? Bu olayın bir komplo olabileceği hakkında bazı görüşler:
\
Japon saldırısı sonucu inflak eden USS Shaw...

\
Pearl Harbor'da yanan USS Arizona gemisi...
\
Wheeler Field'den yanan hangar ve uçaklar...

7 Aralık 1941, şafaktan kısa bir süre sonra japon savaş uçakları Amerikanın en önemli üslerinden olan Hawaii üssüne bütün kuvvetleri ile saldırıya geçti. Tam iki saat içerisinde 18 savaş gemisi, 200e yakın savaş uçağı ve 2403 amerikan askeri yokedildi.
Ertesi gün başkan Roosevelt olağanüstü kongreye saldırı gününü rezalet günü olarak niteleyen bir konuşma yaptı ve bu konuşma neticeseinde kongre savaş kararı alarak bütün yetkileri başkana verdi.

Savaşı amerikanın kazanmasına rağmen bazı gözardı edilemeyecek sorular da gündeme geldi. Nasıl oldu da amerika tamamen habersizce yakalandı? Neden kayıplar bu kadar fazlaydı? Kim suçlanmalı? Başkan saldırının olacağından haberdarmıydı? Yoksa amerikanın savaşa girebilmesi için mi hiç birşey yapılmadı?
Savaş sona ermeden 7 ana soru vardı ve hepside bu güne işaret ediyordu.

Cevapsız Soru #1:
Saldırıdan çok önce Japon gizli mesajları ele geçirilmesine rağmen Hawaii üssü uyarılmamışmıydı?
Şüpheler:

* 1940 yazında ABD japon gizli kodu "Purple" ı kırmayı başardı. Bu gelişme amerika gizli servislerinin tokyodan gelen mesajlarını dinlemesi sağladı.
* Bu kodu kıran makinelerin bazı üslere verilmesine rağmen Pearl Harbor böyle bir teknolojiden hiç haberdar olamadı.
* 1941 sonbaharında elegeçirilen mesajlar japonların şu planlarını ortaya çıkardı.
>9 Ekim 1941de japon elçiliğine Pearl Harbor karasularının 5 parçaya ayrılması ve amerikan savaş birliklerinin nicelik ve niteliklerinin belirlenmesi bildirildi.
>Olayların kendiliğinden gelişmesi üzerine Japon dışişleri ortaya çıkan sorunları çözmesi için uzlaşmacıları ikna etmeye çalıştı.
>1 Aralıkta başarısızlıkla sonuçlanan uzlaşmalar sonucunda amerikan ordusu japonya berlin büyükelçisinin hitlerden olabildiği kadar çabuk yardım istediği mesajı elegeçirdi.

Öteyandan:

* Japon gizli kodunun elegeçirilmesine rağmen japonlar hiçbirzaman bir saldırıdan söz etmeyerek sırlarını gizli tutmayı başardılar. "Savaş Tarihi Uzmanı David Kahn'ın 1991deki Military History Quarterly isimli yazısından."
* Aslında saldırıdan birkaç hafta önce washington komutanlarını uyarmıştı fakat saldırı hava savunmalarının tam da uyuduğu bir saatte gerçekleştiği için gafil avlandılar.

Cevapsız Soru #2:
Bir denizci yaklaşan japon hava saldırı mesajını elegeçirdi ve -bu uyarıyı dikkate almayan- beyaz saraya bildirdi mi?

Şüpheler:

* John Toland kitabından, Infamy: Aralık ayında 12. Deniz Kuvvetlerinden "Seaman Z" takma adı ile bahsedilen bir elektronik uzmanı denizci Sanfransiscodaki görev yerinde garip sinyaller yakaladı. Bunları çözmeyi başaran denizci Hawaiiye doğru yaklaşan hava kuvvetlerini saptadı.

* Tolanda göre "Seaman Z" üslerini bu konu hakkında bilgilendirdi fakat Pearl Harbor bu uyarıları hiç bir zaman almadı.

Öteyandan:

* Gordon Prange "The Verdict of History kitabının yazarı" Tolandın bazı varsayımlarını yalanlıyor. O gün böyle bir sinyal alınmış olsa bile uçakların nereye gideceği hakkında bilgi vermeyeceğini ve bu sinyali ele geçirmenin bir faydasının olmayacağını söylüyor.
* Gordon Prange japon komutanı Mitsuo Fuchida'nın saldırıda bütün telsiz ve radyoları kapattırdığını tamamen sessiz bir operasyon düzenlendiğini belirtiyor.

Cevapsız Soru #3:
Başkan Roosevelt saldırı hakkında bilgi sahibi olmasa bile savaşa girebilmek için japonları amerikaya saldırma konusunda kışkırttı mı?
Şüpheler:

* Roosevelt kendi yakın politika çevresine Japonyanın tamamen savaşa dahil olmasından ve almanların avrupayı elegeçirmesinden önce ABDnin savaşa girmesi gerektiğini büyük bir zafer ve saygı kazanacaklarını söylemesi.
* Rooseveltin ingiltere elçisine amerikanın da savaşa gireceğini fakat halkın da desteğinin gerektiğini söylemesi.
* 1937 de japonya çin yakınlarındaki Yangtze nehrinde amerika savaş destroyerini batırdı. İki ülke politikacıları da anlaşmaya varılması konusunda hemfikirdi fakat roosevelt verdiği ultimatomlarıyla işleri çıkmaza soktu. O sırada japonya ile savaşta olan çine de yapılan madii yardımlar bunların üstüne tuz biber ekti.
* Köşe yazarı Pat Buchanan'a göre 1941 Ağustosunda Japonyaya karşı savaş sebebi bir olaya onay verdi. "Flying Tigers" isimli gizli hava birlikleri Çinli milliyetçilerle birlikte Japonyaya karşı savaşta görev aldılar. Flying Tigers ın gönüllü askerlerden oluştukları belirtilse de Pearl Harbor saldırısından bir kaç ay öncesine kadar beyaz saraydan ödemelerinin yapıldığı biliniyor.
\

Öteyandan:

50küsür yıl geçmesine rağmen Pearl Harbor saldırısının bir komplo olduğuna dair bir kanıt yok. Öyle olsaydu şimdiye kadar suüstüne çıkmış olmazmıydı??? Belki de hiç bir zaman bilemeyeceğiz...
ALINTI:UMUT